Çok kolay oldu. Zaten Serdar çoğu zaman İstanbul'da olurdu, eve bavullarla gelirdi ve 24 saat evden çıkmazdı. Bu yüzden Leyla hep "Ben annemle yaşıyorum, babam ara sıra geliyor" sandı. Şimdide aynı düzen devam ediyor zaten, değişen bir şey yok. Ona anlatılması gereken boyutunu da çok kolay anlattım, "Sen yuvadayken eskiden Ali'yle oynardın, onunla vakit geçirmeyi çok severdin, ama şimdi Yüksel'le oynuyorsun ve Ali'yle oynamak istemiyorsun, babanla benim aramda yaşanan da aynı şey işte" dedim. Aslında bizim aramızda geçenler tam olarak da bu değildi, ama Leyla aktarma dili bu şekilde olmalıydı ve o da hemen ne demek istediğimi anladı. Ancak bu Serdar'ı sevmiyorum, görmek istemiyorum demek değil. Leyla da görüyor ki annesi ve babası çok iyi anlaşıyor, birbirlerini seviyor, görüşüyorlar. Olan tek değişiklik bir resmiyetten öte oldu, sadece şekil değişti. Çocuğu için boşanmayı reddedenleri anlamıyorum, sanki o çocuk o kasvetli ve huzursuz ortamda çok mu iyi yetişiyor, ben bu kötülüğü çocuğuma yapamam.
Çok özel paylaşımları var. Birlikte ata biniyorlar, sinemaya gidiyorlar. Mesela ben 10 gündür İstanbul'dayım onlar Bodrum'da baba kız birlikteler. Ben Leyla'ya "Babana dikkat et, şekeri düşmesin, ortalığı da dağıtmasın" diyorum. Bunu dememim nedeni Serdar'ın bunları yapamayacağından değil, Leyla'ya sorumluluk vermek için.
Peki, Serdar Önal'ın yaşadığı sağlık sorunları Leyla'yı nasıl etkiledi?
O zaman Leyla çok küçüktü, çok anlamadı, ama biz de bu durumu drama dönüştürmedik. Durumu olduğu gibi kabul ettik, haftalık programımıza diyalizi de dâhil ettik ve yaşantımıza öyle devam ettik. Abartıdan kaçınan bir açıklama yaptık; "Babanın şeker hastalığından dolayı bir organı hasar gördü ve değişmesi gerekiyor" dedik. O da "tamam" dedi. Yani durumu gayet normal karşıladı.