Biri ateş, biri su. Birbirine dokunamayan ama birbirine muhtaç iki karakter… O dönemin en sabır ve koordinasyon isteyen oyunuydu. Bilgisayarın başına geçip kardeşinle, kuzeninle ya da en yakın arkadaşınla oynarken “ateşçim o düğmeye bas!” “yaa ben oradan geçemiyorum!” diye bağrışmalar havada uçuşurdu. Her bölüm bir mini kriz, her başarı ise zafer narasıydı. Gerçek dostluk bu oyunda test edildi. 🔥💧
Küçücük bir karakterle balonlara karşı savaştığımız bu oyun, sinir, hız ve eğlenceyi aynı anda yaşatırdı. Balonlar ikiye bölünür, dört olur, ekranın her yerinden üstüne yağardı ama yine de vazgeçmezdik. İki kişilik modda arkadaşla oynamak ise apayrı bir eğlenceydi.
Restoran aç, müşteriyi oturt, siparişi al, yemeği getir… Basit ama bağımlılık yapan bir döngü. O garson kızla öyle çok mesai yaptık ki, neredeyse gerçek garsonluk tecrübesi kazandık! Hızlı olamazsan müşteri sinirlenir, bahşişin düşerdi. “Bir tabak daha yetiştireyim” diyerek geceyi kapatırdık. 🍽️
Kurbağa ağzından çıkan renkli toplar, dönüp duran bir yol, bitmek bilmeyen panik... Oyunun basitliği kadar bağımlılık yapıcı tarafı da inanılmazdı. “Son topu atarsam bitiyor!” dediğimiz an hep bir renk karışırdı. Sinir olsak da yine oynardık.
Ağlayan bebek, aç bebek, altı kirli bebek, uyumayan bebek… Tek başına hepsine yetişmeye çalışırdık. Her biri farklı şey ister, sen panik içinde sağa sola tıklardın. Gerçek anlamda “anne refleksi” kazandıran bir oyundu!
Erkeklerin ilgisini çekmek için doğru hamleyi yapman gerekiyordu. Ne kadar hızl ve güçlü tıklarsan o kadar başarıyordun. Karşına bir rakip çıkarsa işler daha zorlaşıyor ama o kadar da eğlence artıyordu. Hele altın çocuğu yakalamak en keyiflisiydi!
Basit görünür ama oynarken kalp atışların hızlanırdı.Stickman dünyasında her şey mümkündü. Bir çöp adamla bu kadar heyecan yaşamak gerçekten 2000’lerin mucizesiydi.
Ekranın bir köşesinde sinirle bekleyen müşteriler, diğer köşesinde yanmak üzere olan köfte… Zamana karşı yarışırken bir yandan da siparişi mükemmel yapmaya çalışırdık. “Sosu fazla koydum yine be!” diye homurdanır ama oyunu asla kapatmazdık. Gerçekten fast food dünyasının CEO’su gibiydik. 🍔
Bir robot seçer, labirente dalar ve bombalarla ortalığı birbirine katardık. Her patlama bir kahkaha, her ölüm bir “ya of tam köşeye saklanmıştım!” isyanıydı. Renkli grafikleri, müziği ve “kazanan devam eder” kuralıyla evde küçük turnuvalar düzenlerdik. Bugünün çok oyunculu oyunları bile o enerjiyi veremiyor.
O turuncu pantolonuyla koşarken hissettiğimiz hız duygusu hâlâ unutulmaz. Çizgisel, sade ama inanılmaz akıcı bir oyun. Parkur, zıplama, hız… Hepsi bir aradaydı.
O dönemde herkesin hayal ettiği şey: ofiste kağıt, zımba, kalemle savaşmak! 🤣
Bilgisayar başında otururken gizli gizli iş arkadaşına silgi fırlatırdık (tabii oyunda). Basit ama aşırı eğlenceliydi. Gerçekten bir iş günü stresini atmanın en komik yolu buydu.