2000'lerin başında bizi saatlerce bilgisayar başında veya internet kafelerde oturtan o efsanevi oyunları hatırlıyor musunuz? Rekabet, mücadele ve eğlencenin olduğu bir dönemin efsanevi oyunlarıyla dolu bir tura çıkıyoruz. Hadi bakalım!
Her haritada ayrı bir taktik, her elde ayrı bir strateji… Birbiriyle konuşan oyuncuların o sesleri... Sabırla bekleyen nişancılar... Takım arkadaşlığını öğrendiğimiz, tek başımıza mücadele ettiğimiz bu oyunun yerini hiçbir şey doldurmadı.
Elmorad mı, Karus mu? Bu tartışma sadece oyunda kalmadı resmen o dönem okul koridorlarına kadar taşındı. Gece boyunca goblin kesip “drop düştü!” diye bağıranlar hala burada mı? Hepimiz sabaha kadar exp kastık... Takaslar, savaşlar ve zaferler bu oyunu bambaşka bir yere taşıdı!
Metin2'nin yeri hepimizin kalbinde bambaşka bir yerdedir. Bir yandan MSN'den birbirimizle konuşuyoruz bir yandan da level kasıyoruz... 2000'lerin internet kafe kültürü resmen bu oyunla doğdu!
“Lvl 64 full STR arıyor” yazılı party ilanlarının arasında sabırla grup aradığımız o günler... Bir de bot kullananlarla bitmeyen tartışmalar vardı tabii! Aynı heyecanı yaşayan onlarca kişinin bir anda nefesini tuttuğu o anlar gerçekten çok eşsizdi!
Tank üretmenin, Sovyet marşını duymanın, nükleer saldırı butonuna basmanın verdiği o tatmin… İşte bunların hepsi bu oyunda vardı... Strateji oyunlarının altın çağını başlatan Red Alert 2, plan yapmanın, sabırla kaynak biriktirmenin ve taktik zekayla kazanmanın anlamını hepimize öğretti!
Gece yarışlarının, neon ışıkların, sonsuz modifiye seçeneklerinin büyüleyici dünyasını hepimiz özlemedik mi... Saatlerce arabaların rengini, jantını, spoiler’ını değiştirip kendi tarzımızı yaratmadık mı?
Bir oyun ilk kez bizi hikayenin tam kalbine, o karanlık laboratuvar koridorlarına çekmişti... O çığlıklar, o sesler... Hepimizi bambaşka dünyalara götürmüştü. O atmosfer, bir nesle video oyunlarının sadece eğlence değil deneyim de olabileceğini hepimize gösterdi.
Miami’nin pastel tonlarını bu oyunla tanıdık... 80’ler müzikleri, palmiye ağaçları ve neon ışıklarıyla dolu sokaklar… GTA gerçekten de hepimizin en sevdiği oyunlardan biriydi. Sabaha kadar şehirde arabayla dolaşır, radyo açıkken hayal kurardık. Vice City sadece bir oyun değildi 80’ler estetiğini bize yaşatan, renkli bir rüya gibiydi!
“CJ! Follow the damn train!” repliğini duymayan kaldı mı? Bisiklet sürmekten uçan arabalara, şehirde şifrelerle kaos yaratmaktan görevlerdeki diyaloglara kadar işte karşınızda San Andreas! Bu sadece bir oyun değil resmen bir gençlik hatırasıydı!
Kafenin bir köşesinde hep iki kişi olurdu ve bu oyunu oynardı. Zaten oyunu oynarken de hangi takımı kimin alacağı büyük olaydı. İlk golün sevinci, o maç heyecanı... O dönemler hangi tuş koşuyor, hangisi pas veriyor bilmesek bile, o rekabetin heyecanı hepimizi sarardı kabul edelim!