Günümüzde biyoteknoloji ve elektronik alanındaki hızlı gelişmeler sayesinde biyosensörler yaşamın hemen hemen her alanında kendini göstermeye başlamıştır. Sağlık teknolojisinden çevre analizine, gıda güvenliğinden endüstriyel üretim süreçlerine kadar pek çok farklı uygulama alanında bu teknolojiden yararlanılmaktadır. Biyosensörler bilhassa hassas ve güvenilir ölçüm yapabilme özellikleriyle dikkat çekmektedir. Bu noktada sağlık alanında kullanılan biyosensörler araştırma konusu olmaktadır.
Günümüzde teknolojinin biyolojiyle birleştiği en önemli alanlardan biri de biyosensör teknolojisidir. Biyosensörler bir biyolojik bileşen ile bir dönüştürücü sisteminin birleşiminden oluşur. Temel amacı belirli bir maddenin varlığını ya da miktarını tespit etmektir. Kısaca tanımlamak gerektiğinde ise biyosensörler canlı organizmalardan alınan biyolojik unsurları kullanarak kimyasal ya da biyolojik tepkimeleri ölçülebilir sinyallere dönüştüren sistemlerdir.
Tıpta biyosensörlerin kullanımı her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır. Bilhassa nanoteknoloji yapay zekâ ve giyilebilir cihaz teknolojileri ile birleştiğinde gelecekte büyük fayda sağlayacağı düşünülmektedir. Böyle giderse kişilerin sağlık verileri anlık olarak izlenebilecek, doktorlar uzaktan takip sağlayabilecek ve hastalıklar henüz belirti yaşanmadan tespit edilebilecektir. Günümüzde biyosensörlerin tıptaki kullanım alanları aşağıdaki gibidir:
Biyosensörlerin en yaygın kullanım alanlarından biri hastalıkların erken teşhisidir. Kan, idrar ya da tükürük gibi biyolojik örneklerde belirli biyobelirteçlerin tespit edilmesi sayesinde birçok rahatsızlık erken evrede saptanabilmektedir. Örneğin kan şekeri ölçüm cihazları aslında birer biyosensördür. Bu cihazlar kandaki glikoz miktarını ölçerek diyabet hastalarının tedavi sürecinde önemli rol oynarlar.
Son yıllarda geliştirilen biyosensör temelli testler virüslerin ve bakterilerin hızlı bir şekilde tespit edilmesini sağlamaktadır. Örneğin COVID-19 sürecinde kullanılan hızlı tanı testlerinin bazıları biyosensör teknolojisine dayanmaktadır. Bunlar virüsün genetik materyalini ya da antijenlerini algılayarak dakikalar içerisinde sonuç verebilirler.
Giyilebilir biyosensörler kalp atış hızını, kan basıncını ve oksijen seviyesini sürekli olarak izleyebilirler. Bunlar özellikle kalp-damar hastalıkları risk taşıyan kişilerde hayati önem taşır. Bununla beraber vücuttaki metabolik değişimleri izleyerek doktorlara önemli veriler sunar.
Kanser hücrelerinin salgıladığı özel proteinler ve DNA parçaları biyosensörler sayesinde kolayca tespit edilebilir. Bu yöntem klasik laboratuvar testlerine göre daha hızlı ve az maliyetlidir. Bu sayede erken teşhis ve tedavi planlaması da daha kolay hale gelmektedir.
Gelişmiş biyosensör sistemleri beyin sinyallerini ve hormon seviyelerini ölçerek parkinson, alzheimer ya da tiroid hastalıklarının seyrini takip etmeye yardımcı olur. Sensörlerin gelecekteki kişiselleştirilmiş tedavilerde de büyük rol oynayacağı tahmin edilmektedir.