HABER

Kapat

Irak, artık korkuların ülkesi

BAĞDAT (İHA) - Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefiklerinin "Irak'ı Özgürleştirme" operasyonu 18. ayını tamamlarken, dünyanın bu en sıcak bölgesinde kan, terör, acı ve gözyaşı, özgürlüğe inat her geçen gün şiddetini arttırıyor.

İşte, uzun süredir Bağdat'ta görev yapan İHA muhabiri Selman Öztürk'ün Irak izlenimleri:

Irak halkını Saddam Hüseyin'in zulmünden kurtarma bahanesi ile bu ülkeyi işgal eden ABD bile, karşılaştığı şiddetli direnişle neye uğradığını şaşırmış durumda. Bir diktatörün zulmünden kurtulan Irak halkı, bu defa kendini farklı bir ateşin ortasında buldu. Nereyi vuracağı belli olmayan terör sebebiyle insanların evlerinden çıkmaya, caddelerde dolaşmaya korktuğu bir Irak'ta hayat her geçen gün daha da tehlikeli bir hal alıyor. Bugünün dünü arattığı bu topraklarda insanlar, yarının daha da kötü olmasından korkuyor. Haziran ayı sonunda yapılan yetki devriyle işlerin düzeleceği sanılırken, aksine direnişin bir çok bölgede şiddetini arttırmaya başladığı gözleniyor. ABD'li sivil yönetici Paul Bremer'in bile kaçarcasına ayrıldığı Irak'ta göreve gelen İyad Allavi hükümeti, olayları önlemekte güçlük çekiyor. Ocak ayında yapılacak seçimler yaklaştıkça da şiddetin dozu artmaya devam ediyor. 8 milyon kalaşnikof silahın olduğu, 3 kişinin bir araya gelip, etkili bir isim ve bir bez afişle "direniş örgütü" kurabildiği, yabancı rehinelerin deste deste para ve en kolay siyasi rant aracı olduğu bir ülkede "kaçırma olayları" azalmıyor, aksine artıyor.

'MAHKUM' POLİSLER

Burada güvenlik yok denecek kadar az. Irak polisi bile güvenliği sağlayamıyor. Hırsızlıkların ve adam kaçırmaların önüne geçemiyor. Bazı kaçırma olaylarında bizzat polislerin olduğu iddia ediliyor. Saddam Hüseyin rejimi sona erince, Irak hapishanelerindeki tüm mahkumlar ABD tarafından serbest bırakılmıştı. Amerikan hükümeti, "Saddam Hüseyin bunları hapishaneye attıysa bunlar rejim düşmanıdır" diyerek güvendiği tüm eski mahkumları polis ve asker yapmıştı. Sadece siyasi mahkumlar değil, hırsızlar. katiller, psikopatların tamamına yakını polis ve asker olmuştu. Ve geçmişleri karanlık bu insanlardan bugün, Irak'ın aydınlık geleceğini tesis etmede katedilmesi gereken en büyük mesafe olan güvenliği sağlamaları bekleniyor. Irak'ta yaşanan hırsızlık ve adam kaçırma olaylarının bir çoğunda polislerin parmağı olduğu söyleniyor. Kaçırıldıktan sonra serbest bırakılan bazı yabancılar, yaptıkları açıklamalarda, kendilerini direnişçilere, yol kontrolü yapan polislerin teslim ettiğini ileri sürüyorlar.

Amerikalılar'ın Irak'ta yetkiyi Iraklılar'a bırakmasının ardından geçen yaklaşık 3 ayda her şey o kadar kötüye gidiyor ki, 100 gün önce buraya geldiğimde tek başıma rahatça gezebildiğim Bağdat caddelerinde şimdi dolaşmakta zorluk çekiyorum. Irak'ın taksilerine bile tek başıma binemiyorum. Çünkü kaç dolara, hangi sözde direnişçi örgüte satılabileceğimi kestiremiyorum. Irak'ta değişim yaşanıyor. Ama bu, asla Irak halkının yararına ve ülkenin aydınlık geleceğine yönelik olmuyor. Çünkü burası günden güne kötüye gidiyor ve bu topraklar geçen her dakika biraz daha ısınıyor. Bunu burada geçen 100 günümde psikolojik olarak da çok rahat hissedebiliyorum. Sohbet ettiğimiz tüm batılı gazeteciler, savaş zamanı bile buradan ayrılmayıp görev yapan meslektaşlarımız, "Irak'ın en kötü zamanı bugün" diyor ve ekliyorlar: "Burada göreceğimiz yarın, bugünden daha kötü olacak".

ADİ OLAYLARA 'DİRENİŞ' SÜSÜ

Irak'ta durumun her geçen gün kötüye gitmesi, insanların beklentilerinin giderek ümitsizliğe dönüşmesine sebep oluyor. Burada konuştuğumuz hiç kimse halinden memnun değil. Nerede patlayacağı belli olmayan bomba yüklü araçlar, nereye düşeceği belli olmayan havan topları, kimi vuracağı belli olmayan Amerikan askerlerinin serseri kurşunları, hırsızlık, gasp ve adam kaçırma olayları nedeniyle Irak halkının büyük çoğunluğu evlerinden çıkmaya korkuyor. Irak halkında tam bir bıkkınlık yaşanıyor. Yetki devrinin hemen sonrasında sokaklara çıkıp konuştuğumuz Iraklılar, hükümetin iyi şeyler yapacağı ve ülkede her şeyin düzeleceği yolundaki inançlarını dile getiriyorlardı. Ama geçen 3 aylık sürede işlerin giderek daha da kötüleşmesi, Irak halkının umutlarını kırmaya başladı.

Dünya televizyonlarında sadece kaçırılan yabancıların görüntüleri yayınlandığı için rehinelerin hep yabancı olduğunu zannetmek yanıltıcı olabilir. Kaosun hüküm sürdüğü ülkede kaçırılan Iraklılar, yabancılardan çok daha fazla ve bu durum medyaya yansımıyor. Kaçırmaların çoğu ise fidye amaçlı ya da husumetten kaynaklanıyor. Burada insanlar, Saddam Hüseyin zamanından kalan hesaplarını, otoritenin olmadığı bu dönemde kesiyor birbirlerine. Çünkü adi bir suçun, cinayetin üstü, sözde "direnişle" çok rahat kapatılabiliyor.

PARANOYAK TOPLUM

Aileler, korkudan kızlarını ve çocuklarını sokağa çıkaramıyor. Konuştuğumuz bir çok Bağdatlı, en büyük sıkıntının güvenlik olduğunu tekrarlıyor. Röportaj yapmak için dükkanlara girdiğinizde kimse konuşmak istemiyor. Hiç kimse dükkanının görüntüsünün çekilmesine taraftar değil. Görüntülerin sadece Türk televizyonlarında çıkacağını söylememize rağmen olumlu bir cevap alamadık. Gerekçe ise, "beni öldürürler"... Kimin, kimlerin, neden ve niçin öldüreceğini ise açıklayamıyorlar.
Burada kimsenin izlemediği Türk televizyonlarında bile görüntülerinin yayınlanmasından korkuyorlar çünkü. Eski günleri özlediklerini anlatsalar, Saddam Hüseyin düşmanlarından, hükümeti destekleyen açıklamalar yapsalar, direnişçilerden tehlike geleceğini düşünüyorlar. Dükkanlarının görüntüsünün çıkmasını istemiyorlar, çünkü soyulmaktan, hedef olmaktan korkuyorlar.

Bağdat'taki elektronik ve beyaz eşya satışları ile ilgili bir haber hazırlamak için röportaj yapmak istediğimiz en az 15 iş yeri sahibinden sadece ikisini ikna edebildik. Diğerleri, korktukları için röportaj isteklerimizi hep geri çevirdiler. Görünen o ki, ülkedeki bu kaos ortamı "paranoyak bir Irak toplumunu" ortaya çıkarıyor. Artık herşeyden korkan, sürekli ölüm korkusu ile yaşayan, nerede olursa olsun bir gün gelip evleri ve iş yerlerinin basılacağını düşünen ve bu korkuyla yaşayan Iraklılar'ın sayısı hızla artıyor.

PASAPORTA HÜCUM

Terörün, hırsızlığın ve adam kaçırmaların sürekli arttığı bir ortamda halk, ülkeyi terk etmek için pasaport dairelerine akın ediyor. Temmuz ayının sonunda verilmeye başlanan "Yeni Irak Pasaportu"nu almak için 500 bin Iraklı müracaat etmiş. Bunlar da sadece şanslı olan Iraklılar... Çünkü burada herkese pasaport verilmiyor. Pasaport almak istiyorsanız ya çok uzun süre beklemeniz, ya da 100 dolardan başlayan rüşvetleri ödemeniz gerekiyor. Başkent Bağdat'taki çeşitli üniversitelerden 250 profesör, savaş sonrasında Irak'ı terk etti. Irak Sağlık Bakanlığı, ülkede ciddi doktor sıkıntısı çekildiğini belirtiyor. Çünkü yüzlerce doktor, evlerini bırakarak hayatını korumak için ailesi ile beraber yurtdışına kaçmış.

Bağdat'ta tüm pencereleri kapalı ve önünde 2-3 silahlı güvenlik görevlisinin nöbet tuttuğu yüzlerce boş ev dikkat çekiyor. Bu evlerin sahipleri nerede diye sorduğumuzda ise aldığımız cevap "Yurtdışına gittiler ve burada durum düzelene kadar da dönmeyecekler".

Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliği önünde vize almak isteyen Iraklılar'ın oluşturduğu uzun kuyrukları her gün görmek mümkün... İmkanı olanlar yurtdışına kaçabiliyor. Peki ya imkanı olmayanlar?.. Onlar her gün öldürülmek, hastalanmak, ya da mallarını kaybetme korkusuyla yaşamak zorunda kalıyor...

"ZARKAVİ'NİN ADI BİLE YETİYOR

ABD ve Irak güçlerine karşı başlatılan direniş hareketini organize eden El Kaide'nin Irak'taki Lideri Ürdünlü Ebu Musab El Zarkavi'nin ismi hemen her saldırıda ön plana çıkıyor. Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA'ın elinde tek bir fotoğrafı bulunan Ebu Musab El Zarkavi, Irak'ta gerçekleştirilen tüm bombalı saldırılardan sorumlu tutulan 'hayalet isim'. ABD'nin, başına 25 milyon dolar ödül koyduğu Zarkavi'nin Felluce'de olduğu sanılıyor. Felluce'nin yerli halkından hiç kimse Zarkavi'yi tanımadığını söylüyor. Zarkavi ile ilgili soru sorduğumuz Felluceliler parmaklarını ağızlarına götürerek, "Susun. Zarkavi'nin kim olduğunu bilmiyoruz. Belki de şu anda buradan geçiyordur. Belki bir taksi şoförü ya da burada dükkanı olan bir kişidir" deyip sürekli tedirgin olduklarını belirtiyorlar.

Bugüne kadar çekilmiş tek resmi olan siyah beyaz fotoğrafı bilgisayar ortamından farklı görüntülerle çoğaltılan 'Zarkavi'nin hayaleti', tüm Felluce'yi etkisine almış durumda. Herkes ondan bahsetmekten korkuyor. ABD'nin 'vurduk' dediği Zarkavi, hücresinden onlarca kadın ve çocuğun cesedinin çıkmasıyla da kimi zaman nefretlerini dile getiriyor ve "Burada Zarkavi diye biri yok. Niçin ABD sürekli Zarkavi hedeflerini vurduk diyerek evlerimize saldırıyor?" diye isyan ediyorlar.

Zarkavi'nin arkasında olduğu bombalı terör saldırılarında ABD'lilerden daha çok Iraklı sivillerin ölmesi sebebiyle halkın çoğunluğunda Ürdünlü El Kaide liderine karşı içten içe nefret duyuluyor. Yüz yüze konuştuğumuzda Iraklılar, bu tepkilerini dile getiriyor ama kimse bunu kamera önünde söylemeye cesaret edemiyor.

DİRENİŞÇİ TÜRKLER

Irak'taki direnişe, yabancı ülkelerden gelen yüzlerce militan aktif olarak katılıyor. Dünyada ABD düşmanı olan ve bu ülkeye karşı savaşmak isteyenler için en iyi cephe Irak. Bu nedenle, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bir çok ülkeden yüzlerce militan, Ebu Musab El Zarkavi'ye bağlı 'Tevhid ve Cihad Örgütü' altında en ön safta çarpışıyor. Bomba yüklü araçlarla yapılan intihar saldırılarını çoğunlukla yabancı militanlar gerçekleştiriyor. Irak'ta istihbarat raporlarına göre 100'den fazla Türk militanın olduğu sanılıyor. Türk direnişçilerin tamamına yakını Felluce'de bulunuyor ve kendi grupları var.

Bir haber için bulunduğumuz Felluce'de rehberimiz, bizden 250 metre uzaklıktaki direnişçi grubu göstererek, "O grubun tamamı Türkler'den oluşuyor" dedi. O gruba Türk gazeteci olduğumuzu, mümkünse görüşmek istediğimizi ilettiğimizde aldığımız cevap, "Hemen burayı terk etsinler" oldu. Bu olaydan bir hafta sonra da, İstanbul'daki kanlı saldırıların planlayıcısı Habib Akdaş'ın öldüğüne dair kaset, Felluce'deki Türk direnişçiler tarafından Bağdat Büromuza gönderildi.

EL MEHDİ ORDUSU'NDA KAYSERİLİ HASAN

Irak'ta direniş iki farklı gruba ayrılmış. Biri Ebu Musab El Zarkavi'ye bağlı "Sünni" direnişi ki bu Musul'dan Bağdat'a, Bağdat'tan da Ürdün sınırına kadar olan Tikrit, Samarra, Balad, Felluce, Ramadi kentlerini içine alan üçgen bölgede gerçekleşiyor. Diğeri ise Mukteda El Sadr'a bağlı "Şii" direnişi. Şii direnişinin en yoğun olduğu bölge ise Necef kenti ve Bağdat'taki Sadr semti. Mukteda El Sadr'a bağlı El Mehdi Ordusu'nun on binlerce militanı var. El Mehdi Ordusu milisleri arasında yüzlerce Şii Irak Türkmeni var ve bunların Necef'te ABD birlikleri ile yoğun çatışmalar içine girdiğini gördük.

Ağustos ayı başında Necef'te yaşanan şiddetli çatışmalar öncesinde bir Türk dikkatimizi çekti. İsmi Hasan.. Kayserili ve aslen İstanbullu. 23 yaşındaki bu genç, iş bulamadığı ve ailesi ile ciddi sorunlar yaşadığı için çareyi evinden kaçmakta bulmuş. Konuşmalarımızda sürekli tedirgin bir hali olduğu gözlenen Kayserili Hasan, kısa hayat hikayesini anlattıktan sonra, "Televizyonlarda ABD'liler tarafından Irak halkına karşı yapılan zulmü görünce ne yapabilirim diye düşündüm? Zaten ailemle problemlerim olduğu için evden kaçmaya ve Irak'a gelmeye karar verdim. Burada Müslümanlar ezilirken, ölürken ben İstanbul'da rahat yaşayamazdım. Müslüman olarak, dindaşlarıma yardım etmek istedim. Önce Bağdat'a, ardından Necef'e gelerek El Mehdi Ordusu'na katıldım. Çünkü burada Türkçe bilen Türkmenler var".

Kayserili Hasan, Sünni olmasına rağmen, Şii bir hareket olan El Mehdi Ordusu'na katılmasının sebebini ise şöyle açıkladı: "Her ikisi de Müslümanlar'ı korumak için ABD'lilere karşı savaşıyor."

El Mehdi Ordusu'nda çatışmalara hiç katılmadığını söyleyen Hasan, eğitimlere katılıp, silah kullanmayı öğrendiğini belirterek, "Daha yeni olduğum için beni çatışmalara sokmuyorlar. Belki de hala güvenmiyorlar. Ama silahlı nöbet tutturuyorlar" demişti.

Necef'te 1 ay kalan Kayserili genç, haber yapma isteklerimizi de, "Ailem burada olduğumu bilmiyor. Eğer öğrenirlerse benim için çok kötü olur" diye geri çevirmişti.
Bir ara evlenip Irak'a bile yerleşmeyi düşünen Kayserili Hasan'ı en son, Türkiye'ye dönmeye karar verdiğinde gördük. Gerekçesi ise 'bir aydan beri evden uzak olması ve ailesini daha fazla meraklandırmak istememesiydi'. Temmuz ayı sonundan beri ekibimizden kimse Hasan'ı bir daha Irak'ta görmedi..

İNSAN TİCARETİ NASIL İŞLİYOR?

Irak'ta yabancı iseniz kaçırılma riskiniz çok yüksek demektir. Kaçırılmanız için Batılı, Uzakdoğulu, Hıristiyan ya da Müslüman, gazeteci, işçi, iş adamı, diplomat olmanız önemli değil. Yabancı olmanız yeterli. Çünkü, eğer yabancı iseniz, sizin üzerinizden bir çok kişi menfaat sağlayabilir. Ve bu tür menfaatlerin sağlandığının kulaktan kulağa yayılması, Irak'ta bulunan yabancılara potansiyel "dolar" gözüyle bakılmasına neden oluyor. Burada bindiğiniz taksinin şoförü, adres sorduğunuz bir Iraklı, güvenlidir diye yanına yaklaştığınız bir Irak polisi, yemek yediğiniz lokantanın çalışanları ve hatta yanınızdaki rehberiniz bile sizi 100 dolardan başlayan fiyatlarla satabilir. Fiyatınız, sizden ne kadar menfaat sağlanacağına göre değişir.

Yaklaşık 100 güne yakın görev yaptığım Bağdat'ta bir kaç kez kaçırılma tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Ben, Türk kameraman arkadaşım ve Bağdat büromuzda çalışan Iraklı muhabirimiz, halkın yoğun olduğu El Reşit caddesinde haber çalışması yaparken, birden etrafımızı kalabalık bir grup sardı. Bu kişiler, Iraklı muhabirimizle koyu bir pazarlığa tutuştular. Muhabirimizden, "bizi onlara kaç dolara satabileceğini" soruyorlar ve böyle bir şeyin olamayacağı cevabını aldıkça da fiyat arttırıyorlardı. En sonunda da Iraklı muhabirimize, "Sen buradan git, onlar tek başına haber yapsınlar" diye teklif edince olayın vahametini anlayarak güçlükle aralarından sıyrılıp kendimizi bir taksinin içine zor attık.

Bundan kısa süre sonra da Bağdat'ta bindiğimiz bir taksinin şoförünün, yerel muhabirimize, "Sen yabancılara niçin uşaklık ediyorsun? Onlar İsrail ve Amerikalılar'a yardım ediyorlar. Bunları direnişçilere satalım" diye teklif götürdüğüne şahit olduk. Tabii biz yıllardan beri tanıdığımız ve güvendiğimiz Iraklılar'la çalıştığımız için şanslıydık. Ama bizim kadar şanslı olmayan Türkler de vardı. Iraklı tercümanı tarafından kaçırılan ve başına 1 milyon dolar ücret istenip, 10 bin dolara serbest bırakılan Türk işçisi, 100 bin dolar istenip 5 bin dolara hürriyetine kavuşan Türk kamyon şoförleri de oldu Irak'ta.

İTALYANLAR İÇİN 5 MİLYON DOLAR FİDYE

Savaş sonrası Irak'ta yabancılar rahatça dolaşıp görevlerini sürdürürken, 2004 Mart ayından sonra burası tüm yabancılar için dünyanın en tehlikeli bölgesi oluverdi.

Haziran ayında El Anbar bölgesinde kaçırılan 3 İtalyan vatandaşın serbest bırakılması için direnişçi gruba 5 milyon dolar para ödenmesi, tüm Irak'ta bir anda herkesin iştahını kabarttı. O güne kadar adam kaçırma olaylarının yaşanmadığı Irak'ta, İtalyanlar için 5 milyon dolar ödenmiş olması, bir efsane gibi ağızdan ağza dolaşıp durdu. Ve sonrasında Batılı, Uzakdoğulu derken, Ürdünlü, Suriyeli ve Türk gibi Müslüman olan işçi ve şoförler de kaçırılmaya başlandı. Ve tüm kaçırma olaylarında, kendilerini direnişçi olarak tanımlayan gruplar ortak bir mesaj yayımladı: "Yabancı şirketler faaliyetlerini durdursun, yabancı ülkeler askerlerini çeksin ya da bu ülkeler Amerikan işgaline karşı dursun". Ama bugüne kadar hiç kimse ve hiç bir grup para için adam kaçırdığını beyan etmedi, edemedi. Çünkü Irak'taki direniş örgütleri, fidye amaçlı kaçırma olaylarının direnişi zor durumda bıraktığını ve uluslararası kamuoyunda imajlarının zedelendiğine inanıyor. Bu nedenle de fidye amaçlı adam kaçıran gruplara yönelik suikasta varan yaptırımlar uygulanıyor. Ağustos ayı ortalarında, Felluce kentinde 4 Ürdünlü kamyon şoförünü kaçıran örgüt, şoförlerin serbest bırakılması için "şirketlerinin Irak'ı terk etmeleri" talebinin yerine getirilmesinden sonra 200 bin dolar fidye talebinde bulunmuştu. Felluce'de Zarkavi'ye bağlı gruplar, 4 Ürdünlü şoförün tutulduğu evi basarak, şoförleri kurtarmış ve serbest bırakmıştı. Bu nedenle fidye amaçlı kaçırma olaylarını yürüten gruplar, Ebu Musab El Zarkavi ve diğer direniş örgütlerinden korktukları için hep siyasi talepler öne sürüyor ve bu talepler yerine getirilirken de arabulucular vasıtasıyla koparabildikleri kadar "dolar" almaya çalışıyorlar.

IRAK'TA 8 MİLYON KALAŞNİKOF

Irak'ta resmi rakamlara göre 8 milyondan fazla kalaşnikof tüfek var. Yani bu ülkede yan yana gelen her 3 kişi, kendilerine bir isim takıp yeni bir direniş grubu oluşturabilir. Ve bu irili ufaklı yüzlerce grup, akşam karanlığından sonra yollarda yabancı avına çıkıyor. Yabancı kamyonların geçiş güzergahlarına pusu kurarak, insan avına çıkıyorlar. Kaçırdıkları yabancıları da en iyi parayı veren, en iyi menfaati sağlayan direnişçi ya da sözde direnişçi gruplara teslim ediyorlar.

Temmuz ayının sonunda El Anbar bölgesinde kaçırılan Bilintur şirketi çalışanlarından Murat Yüce ve Aytullah Gezmen de işte böyle bir pazarlığa kurban gittiler. İki Türk vatandaşını kaçıranlar, Murat Yüce'yi Tevhid ve Cihad Örgütü'ne, tercüman Aytullah Gezmen'i ise daha ılımlı olan başka bir örgüte sattılar.

Tevhid ve Cihad Örgütü, sadece siyasi amaçlı mesaj vermek için Murat Yüce'yi infaz ederken, Aytullah Gezmen'i elinde bulunduran diğer örgüt ise Bilintur şirketinin Irak'tan çekilmesini şart koştu ve 72 saat süre verdi. Şirketin, Irak'tan çekildiğini açıklamasına ve bu açıklamanın üzerinden 20 gün geçmesine rağmen Aytullah Gezmen serbest bırakılmadı. Herkes Gezmen'in niçin bırakılmadığı sorusunu sorarken, ortaya para meselesi çıktı. Gezmen'i kaçıran grup, ilk başta 300 bin dolar talep etti. Daha sonra bu para 200 bin dolara indi. En son 50 bin dolara ve sonunda da 15 bin dolara razı oldular. Bu para ödendi mi bilmiyorum ama Aytullah Gezmen sonunda özgürlüğüne kavuştu. Yani televizyonlarda örgüt tarafından açıklama yapıldığı gibi Türk şirketinin Irak'tan çekilmesi Aytullah'ı kurtarmaya yetmedi. Örgüt koparabildiği kadar para koparma çabası içine girdi.

KAÇIRMA OLAYLARININ ARKASINDAKİ GÜÇLER

Irak'ta kaçırma olaylarının arkasında çok farklı sebepler ortaya çıkıyor. Siyasi nedenlerle, Amerikan güçlerine yardım eden yabancılara yönelik kaçırmaların yanında, fidye amaçlı adam kaçırma, hırsızlık amaçlı kaçırma ve Irak'ta faaliyet gösteren yabancı şirketleri ülkeyi terk etmeye zorlayan Irak şirketleri tarafından organize edilen adam kaçırmaların oranı gün geçtikçe artıyor.

Siyasi amaçlı kaçırmaları, gerçekten direnişçi olan ve ABD'yle diğer koalisyon güçlerine karşı savaş ilan eden gruplar yapıyor. El Kaide'nin Irak'taki lideri Ebu Musab El Zarkavi'ye bağlı Tevhid ve Cihad örgütü ve mücadelelerinde bu örgüte bağlı hareket eden diğer Sünni örgütler, Felluce kentini içine alan El Anbar bölgesinde faaliyet gösteriyor. Ve kaçırdıkları her yabancı için mutlaka siyasi bir istekte bulunuyor. Filipinli kamyon şoförü Angela Cruz'un kaçırılmasından sonra Filipinler devletini, Irak'taki askerlerini geri çekmeye mecbur bırakmaları, örgütün en büyük siyasi başarısı olarak kabul ediliyor ve bununla ilgili hazırlanan CD'ler Irak'taki tezgahlarda propaganda amaçlı satılıyor. Aynı örgüt, kaçırdığı iki Bulgar şoförün serbest bırakılması için Bulgaristan devletinin ABD ile Irak'taki tüm ilişkilerini kesmesi uyarısında bulunmuş, bu uyarı ciddiye alınmayınca da verilen süre dolduğu anda iki şoförün başını kesmişti. Tevhid ve Cihad Örgütü gibi El Anbar bölgesindeki bir çok örgüt de, yabancılara yönelik kaçırma olaylarında siyasi taleplerde bulunuyor.

Irak'ta devletten ihale alan firmaların çalışanlarına yönelik kaçırma olayları en tehlikeli ve dikkat çekici olanı. Ülkede yabancı şirketlere karşı mücadele edemeyen Irak şirketleri, para uğruna adam kaçırma olaylarını teşvik ediyor. En son Vinsan şirketinin 10 çalışanının kaçırılma olayı, bu tür kuşkuları beraberinde getiriyor. 150 milyon dolarlık bir pastayı Türk şirketine kaptırmak istemeyen Iraklı iş adamları, bugüne kadar adı hiç duyulmamış bir örgütü kullanarak Vinsan'ı Irak'ı terk etmeye zorluyorlar.

ELEKTRİK YOK, SU KİRLİ, ÇOCUKLAR HASTA

Irak'ta savaş sonrası güvenlikten sonra gelen en büyük sıkıntı, elektrik ve suyun olmayışı... Başkent Bağdat'ta bile günde 2 saat elektrik verilip, 22 saat verilmeyen mahalleler var. Halk zaman zaman 60 derece hissedilen yaz sıcağını elektriksiz geçirdi. Dolapları çalışmayan, suları akmayan Bağdatlılar, yemeklerinin bozulmaması için büyük buz kalıplarına her gün binlerce dinar para ödemek zorunda kalıyor. Buz kalıbı satışı Irak'ta artık bir sektör olmuş. Iraklılar akşam evlerine giderken arabalarının bagajına birer buz kalıbı koyuyor. Aynı şekilde, suların akmaması ve akan suların da mikroplu olması bir çok hastalığı beraberinde getiriyor. Sadece Bağdat'ta son günlerde 70'ten fazla kişiye Hepatit-E mikrobu bulaşmış. Bunun yanında hastaneler, kirli sulardan tifo ve benzeri hastalıklara yakalanan çocuklarla dolu. Savaşın fiziksel etkisi altında ezilen, küçük bedenleri kurşun ve şarapnel parçalarıyla yaralanan yüzlerce Iraklı çocuk, bir de salgın hastalıklarla baş etmek zorunda. Hiç bir günahı olmayan küçük Iraklılar'ın dramı bile bu işgalin bitmesi için en büyük etken olsa gerek... Ama her gün farklı sebeplerden hayatını kaybeden çocuklar kimsenin umurunda değil. Onlar sebebini bile anlayamadıkları bu savaşın masum kurbanları..

İYAD ALLAVİ, TÜRKİYE'YE NEDEN SOĞUK?

28 Haziran'da ABD tarafından Irak Geçici Hükümeti Başbakanlığı'na atanan İyad Allavi, geçen 3 aylık sürede uluslararası arenada kendisini kabul ettirmiş gibi görünüyor. Ocak ayındaki seçimlere kadar görev yapacak geçici hükümetin Başbakanı Iyad Allavi, uzun süre iktidarda kalacakmış gibi kadrosunu kuruyor, kararlar veriyor. Allavi, seçimlerden sonra da başbakanlık görevine devam edecekmiş gibi intiba veriyor.

ABD'nin gözden çıkardığı Geçici Konseyin Başkanı Ahmet Çelebi ile kuzen olan Iyad Allavi, ılımlı Şiiler'den. Ve ABD'in Irak'ta şu anda en fazla güvendiği kişi. Herkes gibi biz de Iyad Allavi'nin göreve geldiğinden bu yana Türkiye'ye niçin soğuk davrandığını merak ettik. Ve bu konuda yaptığımız araştırmalarda ilginç bir sonuca ulaştık.

Göreve geldiğinden bu yana Irak'ın tüm komşularını ziyaret eden Allavi, sadece Türkiye ve İran'a gitmedi. Türkiye'ye bu ayın başında yapacağını açıkladığı ziyareti de son anda erteledi. Türkiye'den Irak'a sürekli terörist girişi olduğunu açıklarken, Türkiye'nin Kuzey Irak'taki PKK-KONGRAGEL varlığı ve Türkler'le ilgili duyduğu kaygıları ise görmezden gelerek, "Irak'ın içişlerine karışılmamasını" istedi. Ülkesinin batıya açılan kapısı konumundaki Türkiye'ye karşı bugüne kadar hep soğuk bir tavır takınan Iyad Allavi'nin bu tutumu aslında, 1990'ların sonuna doğru ülkemizde yaşadığı bir olaydan kaynaklanıyor.

Başbakan Iyad Allavi'ye çok yakın bir isimden duyduğumuz olay, 1990'yı yılların sonuna doğru gerçekleşmiş. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Saddam Hüseyin'i devirmek için yurtdışında oluşturulan muhalefet hareketinin önde gelen isimlerinden biri, o dönem Londra'da yaşayan Iyad Allavi'ydi. Allavi, Saddam Hüseyin'i devirmek için tıpkı Ahmet Çelebi gibi yurtdışında faaliyetlerde bulunuyordu. Allavi, bir çok kez de Ankara'ya gelip çeşitli görüşmeler yapıyordu. Iyad Allavi, son gelişinde kendisine Türk yetkililer tarafından yapılan gizli bir teklifi geri çevirince, bize bu bilgiyi veren kaynağa göre, tepki olarak, havalimanından ayrılışı esnasında Türk güvenlik güçlerinin hoş olmayan davranışları ile karşılaşmış. Pasaportunda problem çıkarılmış, bir kaç saat havalimanında bekletilerek sorgulanmış.

Sonunda uçağı binerek Londra'ya giden Iyad Allavi, kendisine Ankara'daki görüşmelerde aracılık eden Iraklı bir Türkmen yetkiliyi arayarak, "Bir daha asla Türkiye'ye gitmeyeceğim. Hayatımda hiç bu kadar aşağılandığımı hatırlamıyorum" diyerek çok sert şekilde tepkisini ortaya koymuş. Ve bu olaydan sonra da bir daha da Türkiye'ye gitmemiş. Bunu henüz Başbakan Iyad Allavi'nin kendisinden doğrulatamadık ama kendisine çok yakın bir kaynaktan aldığımız bilgi bu.

IRAK'TA GAZETECİ OLMAK

Irak'ta gazeteci olarak çalışmak, işgal gücü askeri ya da direnişçi olmaktan çok daha zor ve tehlikeli. Asker ya da direnişçi iseniz tehlikenin nereden geleceğini bilerek ona göre tedbir alabilirsiniz. Ama gazeteci iseniz, tehlike her an sizinle beraber demektir. Çatışmalarda vurulmak her savaş muhabirinin başına gelebilecek bir olaydır. Savaş bölgesinde görev yapıyorsanız bunun riskleri de olmalıdır. Ama Irak'ta durum biraz daha tehlikeli.. Sokağa çıktığınız zaman para için kaçırılabilir, kamera omuzunuzda haber çalışması yaparken bir Amerikan füzesi ya da kurşunu ile hayatınızı kaybedebilir, ya da direnişçiler tarafından casus diye adlandırılarak sorgusuz öldürülebilir ya da kaçırılabilirsiniz.

Görev yaptığım dünyanın farklı sıcak bölgeleri ile Irak'ı kıyasladığım zaman, buranın en tehlikeli bölge olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Burada görev yaparken çoğu zaman gazeteci kimliğinizi gizlemek zorundasınız. Gazeteci olmak burada asla avantaj değil, sürekli dezavantaj. Burada görev yapan tüm yabancılar dışarıda gezerken gazeteci olduklarını gizlemek zorundalar. Yabancı bayan muhabirlerin tamamı yerel kıyafetlerle ve başörtülü geziyorlar. Elbiselerinin altına makinelerini gizleyen ve yabancı olduklarını fark ettirmemeye çalışan bir çok batılı bayan foto muhabiri ile karşılaşmak mümkün Bağdat'ta.. Sokakta gezerken gazeteci olduğunuzu gizlemezseniz kaçırılma riskiniz çok yüksek.

ABD'Lİ İSTİHBARATÇILAR TARAFINDAN SORGULANDIK

Burada görev yapan yabancı gazeteciler ne ABD askerlerine, ne Irak halkına ne de direnişçilere yaranıyor. Tabiri caizse tüm kesimler gazetecileri düşman olarak görüyor. Başkent Bağdat'ta sık sık gerçekleştirilen bombalı saldırıları takip için olay yerine gittiğimizde sürekli Amerikan askerlerinin sert tutumları ile karşılaşıyoruz. Bir defasında, Bağdat'ın Kerrada semtinde bomba yüklü araçla bir kiliseye yapılan saldırı olayına ilk giden gazeteci olduğumuz için başımıza gelmeyen kalmadı. ABD'liler tarafından kameramıza el konuldu. 3 gün sonra kameramızı geri alabilmemize rağmen yarım günümüz kapalı bir odada Amerikalı ve Iraklı istihbaratçılara derdimizi anlatmakla geçti. Direnişçilerle irtibatımız olduğunu, bombalı saldırı öncesinde bize telefonla haber verildiğini ve olay yerine herkesten önce gittiğimizi söyleyerek, bizi "teröristlerle işbirliği" yapmakla suçladılar.

'ÖZÜR' DİLEDİLER

Uluslararası bir ajansta çalıştığımızı, CNN International, BBC gibi televizyonlara her gün Irak'tan haber servisi yaptığımızı söyleyerek ikna etmeye çalıştığımız ABD'li istihbaratçılar, tüm büro çalışanlarımızın telefon dökümlerini inceledikten sonra Irak'ta sadece görevini yapan gazeteciler olduğumuza kanaat getirerek "özür dilediler"...

ABD'lilerin bu tavrına sadece biz değil, burada çalışan tüm yerli ve yabancı basın mensupları maruz kalıyor. Hatta Amerikan devletinin haber ajansının muhabirleri bile

dahil.. Reuters'te çalışan yerel bir kameraman, tesadüfi düşen bir ABD helikopterinin görüntüsünü çektiği için ABD askerleri tarafından gözaltına alınıp 4 gün boyunca işkence ile direnişçilerle bağlantısının olduğunu itiraf etmesi beklendi. Direnişçilerle hiçbir bağlantısı olmadığını anlatmasına rağmen, gözaltında çok zor saatler geçiren Reuters kameramanı, serbest bırakıldı ama hala Irak mahkemelerinde direnişçilerle işbirliği yapmaktan 10 yıl hapis cezası ile yargılanıyor. Bunun yanında bir çok gazeteci de, sırf çektikleri görüntülerden ötürü Irak mahkemelerinde "işbirlikçi" suçlamalarıyla yargılanıyor.

DİRENİŞÇİLERİN KAVGASI

Direnişçilere ve işgal karşıtı tüm Iraklılar'a göre, ülkede görev yapan yabancı gazetecilerin hepsi 'casus'. Bu nedenle Irak'ın bir çok bölgesine hala gazeteciler giremiyor. Direnişin en yoğun olduğu bölgelere giren yabancı gazeteciler ya öldürülüyor, ya da kaçırılıyor. Bu nedenle hiçbir gazeteci, sıcak olayların yaşandığı bölgelere girmiyor.

Bağdat'ta direnişin en yoğun olduğu bölgelerden biri olan Hayfa Caddesi'nde ve Sadr semtinde yaşanan çatışmaları haber yapmak için gittiğimizde biz de bu tür tepkilerle karşılaşıyoruz. Türk ve Müslüman olmamız, yüzü maskeli, roket atarlı direnişçileri bazen tatmin ederken, bir çok kez de tepki alıyoruz. Hatta, direnişçi grup içinde bile, 'bizden taraf olan' ya da 'olmayanlar' arasında sık sık tartışmalar çıkmasına şahit olduk. Gruptakilerden bazıları, Müslüman olduğumuz için bizi dost olarak görürken, bazıları da bizi casus olmakla suçluyor. Tabii aralarında bu tartışmalar yaşanırken, biz de bölgeyi sessiz şekilde çoktan terk etmiş oluyoruz. Çünkü savaş psikolojisi içindeki insanların ellerindeki silahlardan çıkan kurşunun ne zaman nereye yöneleceğini kestirmek çok zor.

Irak'ta adam kaçırma olaylarının önüne geçilmesi mümkün değil gibi görünüyor. Artık giderek maddiyata yönelen kaçırma olayları, ancak "Güvenli ve istikrarlı bir Irak'la" mümkün. Bu da şimdilik çok zor bir ihtimal. Çünkü 8 milyon kalaşnikof silahın olduğu, 3 kişinin bir araya gelip, etkili bir isim ve bir bez afişle "direniş örgütü" kurabildiği, yabancı rehinelerin deste deste para ve en kolay siyasi rant aracı olduğu bir ülkede "kaçırma olayları" azalmıyor, aksine artıyor.

Irak hükümetinin, kaçırılan rehinelerin görüntülerini yayınlayarak direnişçilere destek sağladığı gerekçesiyle El Cezire televizyonunun tüm faaliyetlerini durdurması da kaçırma olaylarını azaltmadı. Önceden El Cezire'nin Bağdat Bürosu'na ulaştırılan rehine görüntüleri, artık internette sadece El Cezire yöneticilerinin bildiği özel adreslere gönderiliyor. Ve bu tür görüntüler hemen her gün El Cezire televizyonunda çıkmaya devam ediyor.

YORUMLARI GÖR ( 0 )

En Çok Aranan Haberler

Kapat