26 Eylül’de Yalova’nın Çınarcık ilçesi Harmanlar Mahallesi Vali Akı Caddesi üzerindeki apartmanın 5’inci katındaki kapalı terasta ünlü şarkıcı Güllü (52), kızı ve arkadaşıyla eğlendiği sırada pencereden düşerek hayatını kaybetmişti. Güllü adıyla bilinen Gül Tut’un ölümüyle ilgili olay sırasında odada olan kızı Tuğyan Ülkem Gülter "tasarlayarak yakın akrabayı öldürmek" suçundan tutuklanırken, Sultan Nur Ulu’ya ise ev hapsi verilmişti.

Güllü'nün oğlu da dün savcılıktaki ifadesinde "Annem camlardan korkar" demişti.

Şarkıcının kardeşleri Kader Tut ve Raşit Günyer, yeğenleri Tuğyan Ülkem ve Tuğberk Yağız Gülter’i annelerini miras için öldürdüğünü ileri sürerek savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Uzman Psikolog Tuğana Akyürek, Güllü'nün ölümü ve sonrasında yaşananların toplum üzerine etkileriyle ilgili açıklama yaptı. Akyürek "Bugün izlediğimiz şey, yalnızca bir anlık şiddet değil; uzun yıllar boyunca birikmiş, konuşulmamış ve görülmemiş bir psikolojik patlamadır." dedi.
İşte Akyürek'in açıklaması:
"Son günlerde kamuoyunun gündeminde yer alan Güllü olayı, yalnızca tekil bir şiddet vakası olarak değerlendirilemeyecek kadar derin bir psikolojik ve toplumsal arka plana sahiptir. Bu olay; bastırılmış öfkelerin, konuşulamayan duyguların ve yıllar içinde biriken psikolojik yüklerin nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabildiğini açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yaşananlar, bireysel bir anın ötesinde, toplum olarak ruhsal dayanıklılığımızı ve duygusal regülasyon becerilerimizi yeniden düşünmemiz gerektiğini göstermektedir.
Olayın kendisi kadar üzerinde durulması gereken bir diğer önemli nokta ise, bu görüntülerin tekrar tekrar izletilmesi, yeniden canlandırılması ve sürekli dolaşıma sokulmasının toplum üzerindeki psikolojik etkileridir. Bir uzman psikolog olarak özellikle altını çizmek isterim ki; şiddeti konuşmak ile şiddeti defalarca izlemek arasında çok ciddi bir fark vardır. Bu fark çoğu zaman iyi niyetle göz ardı edilse de, ruh sağlığı açısından sonuçları oldukça ağır olabilmektedir.
Bu tür tekrar eden görüntüler, olaya birebir maruz kalmamış kişilerde dahi ikincil travmatizasyon dediğimiz etkiyi yaratır. Kişi doğrudan şiddeti yaşamamış olsa bile, görüntülere tekrar tekrar maruz kaldıkça yoğun kaygı, öfke, güvensizlik ve çaresizlik duyguları geliştirebilir. Özellikle kadınlar, çocuklar ve geçmişinde travmatik yaşantılar bulunan bireyler için bu içerikler, sinir sistemini sürekli alarm halinde tutar.

Uzman Psikolog Tuğana Akyürek
Bununla birlikte, sürekli maruziyetin bir diğer önemli sonucu da duyarsızlaşmadır. İlk izleyişte hissedilen şok ve tepki, zamanla yerini alışkanlığa bırakır. Şiddet görüntüleri sıradanlaşır, normalleşir. Zihin kendini korumak için hissizleşmeye başlar. Bu durum, şiddeti azaltan değil; aksine fark edilmeden olağanlaştıran bir süreci beraberinde getirir.
Güllü olayı aynı zamanda aile içinde bastırılmış öfkenin ve ifade edilemeyen duyguların ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini de göstermektedir. Bastırılan öfke yok olmaz; yalnızca ertelenir. Sağlıklı şekilde ifade edilemeyen her duygu, zamanla kontrolsüz ve yıkıcı bir biçimde dışa vurma riski taşır. Bugün izlediğimiz şey, yalnızca bir anlık şiddet değil; uzun yıllar boyunca birikmiş, konuşulmamış ve görülmemiş bir psikolojik patlamadır.
Toplum olarak şiddeti elbette konuşmalıyız. Ancak nasıl konuştuğumuz, en az neyi konuştuğumuz kadar önemlidir. Sürekli aynı anların izletilmesi, aynı görüntülerin dolaşıma sokulması adalet duygusunu güçlendirmez, iyileştirici bir etki yaratmaz. Aksine, bireysel ve toplumsal ruh sağlığı üzerinde yıpratıcı bir yük oluşturur.
Farkındalık; insanların sinir sistemini sürekli tehdit altında hissettirerek oluşmaz. Gerçek farkındalık, bilgilendirici, koruyucu ve onarıcı bir dil gerektirir. Şiddeti görünür kılarken, toplumun ruhsal sınırlarını ve psikolojik dayanıklılığını da gözetmek zorundayız. Bu, suçlayıcı bir yaklaşım değil; ruh sağlığını merkeze alan bir toplumsal sorumluluk çağrısıdır.
Bugün kendimize dürüstçe sormamız gereken soru şudur:
Bu görüntüleri tekrar tekrar izlettikçe gerçekten şiddeti mi azaltıyoruz, yoksa travmayı mı çoğaltıyoruz?
Toplumsal iyileşme; travmayı yeniden üretmekle değil, onu anlamak, önlemek ve sağaltmakla mümkündür."
Okuyucu Yorumları 0 yorum