HABER

Kapat

Yeme psikolojisi: Neden tok olsak da yeriz?

Bazı insanlar, ne kadar yemek yeseler de içlerinde sürekli bir açlık hissi taşırlar. Mide dolu olsa bile beyin doymadığını zanneder. Bu nedenle kişi yemek yemeyi durdurmakta zorlanır. Bu durum sadece fiziksel bir açlıkla açıklanamaz. Araştırmalara göre çoğu zaman beyin kimyası, duygusal durum, hormonal dengeler ve yaşam tarzı alışkanlıklarıyla doğrudan ilişkilidir.

Yeme psikolojisi: Neden tok olsak da yeriz?

Açlık ve tokluk canlı yaşamının en temel döngülerinden biridir. Her canlı farkında olarak ya da olmadan bu döngünün etkisini hisseder. Fakat açlık hissinin kaynağı yalnızca midede gerçekleşen fiziksel süreçlerle sınırlı değildir. Açlık ve tokluk algısı beynin kontrol ettiği oldukça karmaşık bir nörolojik ve hormonal iletişim ağının sonucudur.

Günümüzde yapılan modern nörobilim çalışmaları bireylerin neden fiziksel olarak tok olmalarına rağmen yemek yemeye devam ettiklerini anlamamıza önemli bir açıklık getirmektedir. Bu sayede aç olmadan yeme davranışının derinlerinde yatan beyin mekanizmalarını ortaya koymaktadır.

Yeme psikolojisi: Neden tok olsak da yeriz?

İnsan davranışlarının çoğu gibi yemek yeme alışkanlıklarımız da sadece fizyolojik bir ihtiyaçtan ibaret değildir. Açlık hissi midenin boş olmasından çok daha fazlasını ifade eder. Aslında beynin karmaşık sinyalleri, hormonların etkileşimi ve duyguların yönlendirdiği bir biyolojik sürecin parçasıdır. Neden tok olsak da yeriz sorusunun yanıtı beynin nasıl düşündüğünü, duyguların nasıl şekillendiğini ve beslenmenin enerji almaktan ibaret olmadığını anlamaktan geçer.

Yeme davranışının merkezinde hipotalamus yer alır. Beynin hipotalamus bölgesi vücuttan gelen sinyalleri değerlendirir. Bu esnada leptin, ghrelin, insülin ve diğer hormonlardan aldığı bilgileri kullanarak açlık ya da tokluk sinyalleri oluşturur. Mide boşaldığında ghrelin yükselir ve beyne yemek zamanının geldiği mesajını gönderir. Yemek yenildiğinde ise yağ hücrelerinden leptin salgılanır ve beyne artık doyduk sinyali gider.

Fakat modern yaşamın temposu bu biyolojik dengeyi bozmaktadır. Düzensiz uyku, stres, aşırı şekerli beslenme ve ekran karşısında geçirilen uzun saatler leptin direncine neden olur. Bu durumda beyin aslında yeterince enerji alınmış olsa bile hala açsın sinyalini göndermeye devam eder. Dolayısıyla kişi fiziksel olarak tok olmasına rağmen beyin o tokluğu algılayamaz. Bu nörolojik açıdan doymamıza rağmen atıştırmaya devam etmemizin en somut açıklamasıdır.

Tok olsak da yemeye devam etmemizin bir diğer nedeni ise duygusal açlıktır. İnsan beyni enerjiyle beraber duygusal dengeye de ihtiyaç duyar. Kişinin yaşadığı stres, kaygı, yalnızlık ya da can sıkıntısı gibi duygular beyindeki ödül merkezini etkiler. Bu durumda kişi rahatlama ve keyif arayışına girer. Beynin hızlı bir şekilde rahatlamasını sağlayan şey ise yemektir.

Bilhassa karbonhidrat ve şeker açısından zengin yiyecekler beyindeki dopamin salgısını artırarak geçici bir mutluluk hissi yaratır. Fakat bu etki oldukça kısa sürer. Yemek yedikten sonra dopamin seviyesi hızla düşer ve kişi tekrar aynı duygusal boşluğu hissetmeye başlar. Bu da bir kısır döngüye neden olur.

Stresli ruh hali yemeğe yöneltir ve yemek geçici bir rahatlama sağlar. Ardından suçluluk hissi doğar ve bu da yeni bir stres kaynağına dönüşür. Beyin bu döngüyü ödül sistemi üzerinden öğrenir ve zamanla duygusal dengeye bağlı olarak yeme davranışını devreye sokar.

Kişiler stres altındayken vücut kortizol adı verilen bir hormonu salgılar. Kortizol hormonu hayatta kalma mekanizmasının parçasıdır. Fakat kronikleşen stres dönemlerinde bu hormon yüksek kaldığında beyni yanıltabilir.

Beyin kortizolün etkisiyle enerji depola komutunu verir. Bilhassa yağlı, tuzlu, şekerli gıdalara olan isteği artırır. Bu yüzden stres altındayken genellikle sağlıklı yiyecekler değil hızlı bir şekilde tatmin sağlayan abur cuburlar tercih edilir. Kortizol leptin ve insülin gibi toklukla ilişkili hormonların etkisini de zayıflatır. Bu nedenle kişi tok olsa bile vücudu sanki açmış gibi tepki verir. Bu durum stresle birlikte gelen duygusal yeme alışkanlığının biyokimyasal temelini oluşturur.

Son yıllarda yapılan araştırmalar bağırsakların sindirimle beraber aynı zamanda ikinci beyin olarak tanımlanabilecek bir sinir ağına sahip olduğunu göstermektedir. Bağırsak mikrobiyotası yani bağırsaklarımızda yaşayan milyarlarca bakteri beyine doğrudan sinyaller gönderir. Bu mikroorganizmalar yediğimiz yiyeceklerden etkilenir ve zamanla beyinle olan iletişimi şekillendirir.

Sağlıksız bir bağırsak florası tokluk sinyallerinin beyne doğru iletilmesini engelleyebilir. Bununla beraber şekerle beslenen bakteriler beyine şekerli yiyeceklere yönelmemiz için sinyaller gönderir. Bu da fiziksel olarak tok olsak bile tatlı yeme isteğini açıklayabilir.

Tok olsak da yemeye devam etmemizin ardında beynin hormonların ve duyguların iç içe geçmiş bir ağı vardır. Bu nedenle çözüm sadece yemeği azaltmak değildir. Bu sorun duygusal farkındalık geliştirmekle mümkündür. Bu noktada Mmindful eating yani bilinçli farkındalıkla yeme etkili bir yöntemdir. Yemek yerken dikkati tamamen o ana vermek örneği yemeğin tadını, kokusunu, dokusunu fark etmek beyni yeniden eğitir.

Öte yandan düzenli uyku, stres yönetimi, meditasyon ve fiziksel aktivite de hormonal dengeyi destekler. Sağlıklı bir bağırsak florası için lifli besinler, probiyotikler ve doğal gıdalar tercih etmek hem sindirim sistemini hem de zihinsel dengeyi güçlendirir. Bu sayede açlık hissinin fiziksel ve psikolojik etkileri kontrol altına alınmış olur.

YORUMLARI GÖR ( 0 )

En Çok Aranan Haberler

Kapat