İSTANBUL (İHA) - İlk çağlarda tabiatın gücüne yenik düşen insan, zamanla öğrendi her şeyi. Önce vahşi doğadan gelebilecek zararlardan korunmayı, sonra tabiatın nimetlerinden faydalanmayı keşfetti. Geçen yüzyıllar boyu gelişen ve tabiattan istifade etmeyi öğrenen insan, gücüne güç kattı; ama öğrenemedi doğayı korumayı. Özellikle de denizlerin sessiz sahiplerini, ya zamansız avlanmalarıyla yok etti ya da gücünün bir parçası olan endüstrinin atıklarıyla...
Globalleşen dünyamızda ülkeler ve kıtalar arası ulaşımın önemi gittikçe artmakta ve daha ucuz olması sebebi ile tercih edilen deniz taşımacılığı, birçok sorunu da beraberinde getirmekte. Bu sorunlardan biri ve en önemlisi, deniz taşımacılığı sonucunda oluşan deniz kirliliği. Günümüzde büyük boyutlara ulaşan deniz kirliliği sorunu, denizci ülkelerin yanı sıra tüm dünya toplumlarını ilgilendiren bir konu haline gelmiş bulunuyor. Deniz taşımacılığı ve taşımacılık kaynaklı atıklar, denizlerdeki toplam kirliliğin yüzde 20'sini oluşturuyor. Yolcu gemilerinde yasak olmasına rağmen yağlı balast tanklarının yıkanması, sintine sularının denize boşaltılması ve çöplerin denize dökülmesi, problemlerin büyümesine katkıda bulunuyor. Bu tip işlemler yüzünden denize bırakılan petrol ürünlerinin yaklaşık 1 milyon ton/yıl gibi inanılmaz boyutlara ulaşması, tüm dünya ülkelerinde endişeye yol açıyor.
Birleşmiş Milletler'e bağlı olan ve deniz kirlenmesinin nedenlerini, boyutlarını bilimsel olarak ortaya koyan uzman grup GESAMP (United Nations Group of Experts on the Scientific Aspects of Marine Pollution), deniz kirliliğini şöyle tanımlıyor:
"Deniz kirliliği; canlı kaynaklarına zarar veren, insan sağlığını bozan, balıkçılık da dahil olmak üzere denizlerdeki faaliyetleri engelleyen, denizin kullanım kalitesini etkileyen ve değerini azaltan madde veya enerjilerin insanlar tarafından haliçler de dahil olmak üzere deniz ortamına doğrudan veya dolaylı olarak bırakılmasıdır."
Deniz kirliliği, kirletici maddeler ile denizlerin kendini arıtma yeteneğinin üzerine yüklenilmesi sonucunda oluşmaktadır. Gemi ulaşımının sebep olduğu deniz kirliliğinden söz ettiğimizde, kirletici maddeleri şöyle sıralayabiliriz:
Petrol ürünleri, radyoaktif maddeler, kütle halinde taşınan zehirli sıvı maddeler, paket halinde veya taşınabilir tanklarda, yük konteynırlarında, vagon veya kamyonlu tanklarda taşınan zararlı maddeler, gemilerin sintine, balast ve tank yıkama suları, gemi kaynaklı evsel atık sular (tuvalet, lavabo, duş ve mutfaklardan gelen sular) ve gemilerin çöpleri.
Bu arada, bazı gelişmiş ülkelerin kendi çevre etki alanlarından uzaklaştırmak gayesi ile uluslararası anlaşmaların kapsamı dışında kalan ülke denizlerine taşıttığı zararlı endüstri atıklarını da unutmamak gerekir. Bu gruba giren zararlı atıklar, Afrika'nın geri kalmış ülkelerine para ile aktarıldığı gibi, bazı denizlere de gizlice bırakılmaktadır. Gemilerden kaynaklanan sintine suları ve petrol taşımacılığı esnasında oluşabilecek kazalar yüzünden ortaya çıkan petrol kirlenmesi, gemi kaynaklı kirleticilerin en önemlileridir. Yağ, deniz suyundan daha az bir yoğunluğa sahip olduğundan, yüzeyde bir tabaka oluşturur ve bu da canlılar için hayat kaynağı olan oksijenin deniz içine yayılmasını önler. Bütün bu atıklar deniz canlılarına zarar vermekte, insan sağlığını dolaylı olarak bozmakta, denizlerimizin kullanım imkanlarını azaltmakta ve balıkçılık dahil diğer kullanım alanları açısından kalitesini negatif yönde etkilemektedir.
DENİZLERİ NASIL YOK EDİYORUZ? Gemilerden, deniz yatağında yapılan petrol arama ve çıkarma çalışmalarından, kaza sonucu ortama saçılmadan ve nehirlerde taşınan petrolden dolayı, dünyada 2-28 milyon ton/yıl petrol ürünü denizlere bulaşmaktadır. Petrol deniz ortamına döküldüğünde veya saçıldığında, bileşimindeki hafif ve çabuk buharlaşabilen kısımları hızlı bir şekilde atmosfere yayılır ve geride, sudan daha ağır olan katranımsı kısımları kalır. Türbülans, dalga ve akıntı hareketleriyle çalkantı olan yüzey kısımlarda ise, değişik kalınlıklarda yağ/su süspansiyonları oluşur. Yüzeyden kopan yağ yuvarlakları su kütlesinde kısmen çözünür, çözünmeyecek kadar ağır kısımlar ise küresel biçimlerini koruyarak dibe çökelir. Çökelme sırasında çarpışıp yapışarak ağırlıkça büyüyen bu kürelere 'tar-ball' denir. Tar-ball küreleri dip akıntılarıyla hareket ederek kumları kaplar, dalga hareketleriyle kıyılara kadar ulaşır ve sahillerin, deniz taşıtlarının kirlenmesine sebep olur.
Atmosfer ve deniz arasındaki gaz alışverişini engelleyerek sudaki çözünmüş oksijen konsantrasyonunun düşmesine sebep olan petrol, ışık geçirgenliğini azaltarak, deniz ortamındaki yaşam için çok önemli olan fotosentez olayını engellemektedir. Deniz kuşlarının kanatlarına yapışıp yüzücü ve dalıcı kuşların uçma yeteneklerinin ve soğuğa karşı dayanıklılıklarının yok olmasına, hatta ölümlerine sebep olan petrol kirlenmesi, suyun rekreasyon gayesi ile kullanılmasını da engeller. Deniz ortamında çok yaygın olan petrol kirlenmesi ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan bileşikler, ekosistem içerisindeki tüm organizmaları az veya çok etkiler. Deniz ortamında yaşayan değişik canlı türlerinin petrol ürünlerine karşı dayanıklılığı da farklıdır. Petrol ürünlerinin deniz canlıları üzerindeki öldürücü toksik etkisi, doku ve hücrelerde birikim ve fizyolojik faaliyetlerin etkilenmesi sonucu ortaya çıkar. Yengeç, istakoz ve karides gibi hayatını zemine gömülü olarak sürdüren türler, petrol kirlenmesine karşı en hassas olanlardır. Bunlar, 1-10 ppm oranında petrol konsantrasyonundan etkilenirler. Midye gibi çift kabuklular ve balık türleri 5-50 ppm, deniz bitkileri ise 10-100 ppm oranına hassasiyet gösterirler. Petrol ürünleri ile kirlenmiş balık ve diğer su ürünlerinin insanlar tarafından tüketilmesi, ham petrolü oluşturan bileşiklerin bir bölümünün memeli hayvanlar ve insanlarda kanser yapıcı olduğu bilinen maddelerden oluşması yüzünden sağlık açısından sakıncalıdır.
Çöpler; arıtılmadan akarsulara, denizlere verilen kanalizasyon ve pis sular gibi evsel artıklar; kimyasal kirleticiler, pestisidler, zehirli gaz atıkları, tozlar gibi endüstriyel atıklar; elektrik üretmek gayesiyle kurulan termik, nükleer santraller; yanlış yer seçimi nedeniyle tersane, çekek, liman, balıkçı barınakları; erozyon; yanlış sahil dolgu alanları; sanayi tesislerinin dolum, boşaltım, aktarma alanlarında petrol türevlerinden kaynaklanan kirlenmeler; deniz ve iç su taşıtlarının sintine, kirli balast sularından kaynaklanan kirlilikler; gemiler tarafından taşınan balast sularında bulunan yabancı sulara ait canlılar ve kimyasal kirleticiler; ruhsatsız ve yasal olmayan alanlardan kum çekilmesi; kazalar; çarpık şehirleşme; aşırı ve bilinçsiz avlanma; üretim çiftlikleri; toz, asit yağmurları, dümen, hava taşıtlarının atıkları gibi atmosfer kaynaklı kirlilikler, denizlerin yok olmasına neden olan kirlilik unsurlarıdır. Sıralanan bu kirlilik unsurları, sudaki ekosistem (fauna ve flora) içinde yer alan canlı ve cansız sistemler arasındaki karmaşık ve hassas dengeyi etkilemektedir. Kirlilikler, bu ekolojik dengede hasar meydana getirmektedir. Petrol türevleri, pestisit ve ağır metal gibi kimyasal kirleticilerin, suda yaşayan canlılarda yarattıkları toksik, akut, kronik ve doğrudan etkilerin yanı sıra dolaylı fizyolojik etkileri de olmaktadır. Bu tür kirleticiler, canlı kaynakların yumurtalarını ve genç bireylerini çok daha fazla etkilemektedir. Dolayısıyla, canlı kaynakların nesillerini devam ettirmeleri tehlikeye girmektedir.
TÜRKİYE'DE DENİZLERİN DURUMU Ülkemizi çevreleyen denizlerdeki kirlenme düzeyi, çok acil kararlar almamızı gerektirecek boyutlara ulaşmıştır. Denizlerde petrol kirlenmesinin takibi ile ilgili olarak yapılan bazı çalışmalar, İstanbul Boğazı'ndaki petrol kirliliğinin Karadeniz kaynaklı olduğunu göstermektedir. Karadeniz'i kirleten petrol ürünlerinin yıllık miktarı ise 410 bin tona ulaşmaktadır. Yoğun bir gemi trafiğinin var olduğu, kıyılarında petrol işleyip sevk eden ve tüketen çok miktarda tesisin bulunduğu Akdeniz ve Ege Denizi ise, petrol filmi, yani yüzeyde ince bir petrol tabakası oluşumu açısından özel bir öneme sahiptir. Yılda ortalama 350 milyon ton petrolün Akdeniz'de hareket halinde olduğu ve bunun 0.5-1 milyon tonunun denize çeşitli yollardan karıştığı belirlenmiştir.
Ülkemizi çevreleyen denizlerin, ana kütle olan okyanuslara oranla çok küçük olması ve kısıtlı madde alışverişinin bulunması, bu su kütlelerinde kirlenmenin büyük ölçüde birikim yapmasına sebep olmaktadır. Bu yüzden, ülkemizi çevreleyen denizler, gemi trafiği sonucunda bilerek veya bilmeden bırakılacak olan maddeler ve istenmeyen ama olabilecek deniz kazaları açısından son derece kritik bölgeleri oluşturmaktadır.
Halihazırda dünyanın en tehlikeli boğazı olarak görülen İstanbul Boğazı, batının doyumsuz pazarlarına Orta Asya'dan ham petrol taşıyacak büyük tankerlerin sayısındaki ani artışla karşılaşmak üzeredir. İstanbul Boğazı'ndan yılda 50 binden fazla gemi geçmektedir ve bu gemilerin 5 binden fazlası tankerdir.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Nesli tehlikedeki türler tespit edilerek yaşama alanları (habitatları) koruma altına alınmalıdır.
Biyolojik çeşitliliği tehdit eden faktörler belirlenmelidir. Su ortamındaki fauna ve flora envanter çalışmaları tamamlanmalıdır. İlgili bakanlık, kamu kuruluşu ve meslek teşkilatları ile halkın da katılacağı bir organizasyon tarafından, acil müdahale ve master programlar hazırlanmalıdır. Son derece verimsiz olan ve deniz kıyılarında bulunan maden sahalarının yarattığı jeolojik, biyolojik sorunlar yüzünden su ürünleri avlanma alanları yok olmakta, doğal denge bozulmaktadır. Ruhsatlandırma işlemleri esnasında, o bölge için kesinlikle Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) istenmelidir. ÇED'in olumsuz olması halinde bu tür işletmelere ruhsat verilmemelidir. ÇED raporlarının bağımsız kuruluşlar tarafından denetlenmesi sağlanmalıdır. Su havzalarına kaçak inşaat yapılması kesinlikle önlenmelidir. Oturma izni ve iskan verilmemeli, belediye tarafından bu yerleşim alanlarına hiçbir hizmet götürülmemelidir. Yılda 60 binden fazla geminin geçiş yaptığı denizlerimizde ve boğazlarımızda, gemilerin ve diğer deniz ve iç su taşıtlarının sintine, kirli balast sularını boşaltabilecekleri alanların (Liman Atık Alım Tesisleri) yapımına hız verilmelidir.
Akdeniz ekosistemine dahil olan ülkemizden yük almak için karasularımıza girecek olan açık deniz taşıtlarının denge maksadıyla aldıkları balast sularını daha karasularımıza girmeden değiştirmelerinin sağlanması, genetik yapısı değiştirilmiş ve yayılmacı türlerin kendi ekosistemimizi tehdit etmesinin önüne geçmek için bir araçtır. İç sularımızdaki kirlilik, uluslararası standartların çok üzerindedir. Bunun önlenebilmesi için, arıtma sistemlerinden taviz verilmemelidir. Deniz ve iç sulardaki kirlilik envanterlerinin en kısa sürede çıkarılarak kamuoyuna ve ilgili kuruşlara ulaşması sağlanmalı, bu konudaki projelere mali destek verilmelidir.
Sudaki canlı kaynakları, suyu süzerek beslendikleri veya süzerek beslenen canlılarla beslendikleri için, kirlilik etkenleri bu canlıların bünyelerinde birikmektedir (zehirli kimyasallar-ağır metaller- kanserojenler). Sulardaki ve denizlerimizden elde edilen canlı kaynaklardaki kirlenme sınırları sürekli takip edilmeli, bu sınırların uluslararası sınırları aşması halinde ise ihracatçı ve tüketiciler uyarılmalıdır. Ötrofikasyon ve diğer etkiler sularımızdaki biyolojik zenginliklerimiz üzerinde olumsuz etki yaptığından, tür çeşitliliği azaldıkça veya üreme alanları terk edildikçe, fırsatçı türler veya başka ekosistemlerden balast suları vasıtasıyla ya da başka bir yolla taşınan türler, üreyebilecekleri uygun ortamı kolaylıkla bulabilmektedir.
Deniz taşıt trafiğinin çağdaş düzeyde planlanması ve verilmekte olan kılavuzluk hizmetlerinin kalitesinin yükseltilmesi, deniz kazalarını asgariye indirecektir. Denizlerimizden geçiş yapacak olan gemilerin uluslararası standartlara uygunluğu denetlenmelidir. Deniz kazaları için acil müdahale birlikleri ve planı hazırlanmalıdır. Böylece, yetki karmaşası ve karışıklıklar en aza indirgenecektir. Sağlık Bakanlığı'na bağlı Hudut Sahilleri Genel Müdürlüğü'nün kontrolündeki sağlık merkezleri, g geünün şartlarına göre dizayn edilmelidir.
Karasularımızda sefer yapan yerli ve yabancı tüm gemilerin doğal, tarihi, kültürel ve ekonomik çevreye verebilecekleri zararların giderilmesi ve tazmini konusundaki kanuni düzenlemeleri gözden geçirilmelidir. Kirlenmenin önlenmesi için ulusal ve uluslararası mevzuatta birçok müeyyidenin bulunmasına rağmen, bu müeyyideleri uygulamada zorluk çekildiği bilinmektedir. Yetki ve sorumluluk tek bir organizasyonda toplanmalıdır. Uygulayıcı konumunda olan üreticiler ve sivil toplum kuruluşları için hizmet içi eğitimler yapılmalıdır.