Son dakika haberi: CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. CHP lideri Özel, kendisine yönelik yapılan saldırıyla ilgili çok sert ifadeler kullanarak adeta rest çekti.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'e yönelik yumruklu saldırının ardından partinin grup toplantısında alınan güvenlik önemleri de dikkat çekti. CHP lideri Özel de, kalabalık bir koruma ekibiyle Meclis'e geldi.
Halk Tv'de yer alan habere göre; saldırının ardından partisinin ilk grup toplantısına katılan Özel'in yanındaki yeni ve kalabalık koruma kadrosu dikkatlerden kaçmadı. Şimdiye dek olduğundan farklı olarak bu kez Özgür Özel'in önünde de korumalar vardı.
CHP Grup salonuna girişte herkese kart soruldu.
CHP Lideri Özel'in açıklamaları şöyle;
En büyük üzüntüm, canımı yakan şey, o gün uzun uzun Sırrı Süreyya Önder'in yaptıkları, hayatı, barış konuşulacakken saldırı konuşuldu.
Saldırı hepimize yazılmış açık bir mektuptur. Bir ihtar çektiler. Kimseyi ve partiyi doğrudan sorumlu tutmuyorum. Kimin yaptığını araştırmak devletin görevidir. Burada AK Parti yönetimi büyük bir sınav verecek. Eğer uzandığı her yere kadar bir soruşturma yapılırsa hiçbir problem yok. Ama işin ucu bir yerlere gittiğinde tıkanırsa bunun üstüne gitmeyeni konuşmak da benim hakkım olur.
Tabii içinde bulunduğumuz süreci arkadaşlar gereğini yapacaklar derhal bekliyoruz ama eğer üzerinde mutabakata vardığımız gibi yapılan saldırı siyaset kurumuna yapılıyorsa, yani siyasetin sözle yapılmasına bir ölüm tehdidiyle ayar verilmeye çalışılıyorsa, yapılacağı yere ayar verilip buradan çekilin, bu şehre gelmeyin, miting yapmayın deniyorsa, bu şiddete hep birlikte karşıysak, yargı şiddetine de, yargı tacizine de, yargı eliyle siyaset dizaynına da İstanbul'un bundan bir seçim önce, daha bir yıl önce seçilmiş belediye başkanına ve 15,5 milyonun ilan ettiği cumhurbaşkanı adayına, geleceğin cumhurbaşkanına yapılan darbeye de aynı samimiyetle meydan okumak gerekir.
Aynı samimiyetle. Bu yüzden bu yüzden bu milletin 200 yıllık demokrasi kültürü var. Bu milletin atasından emanet sandığa sahip çıkışı var. Aç kalıyor, susuyor bazen. İşsiz kalıyor, susuyor. Dünya kadar haksızlığa susuyor ama biri gelip sandığı almaya kalktı mı orada ayağa kalkıyor. Niye? Biliyor ki, biliyor ki sandık olmazsa kimse dönüp onun yüzüne bakmaz
48 gün geçti. Güya 30. gün birbirimizin yüzüne bakamaz halde olacaktık. Evlatlarımızın yüzüne bakamaz halde olacaktık. 48 gün ilk günden bugüne atılan bütün yalanlar perişan oldu ama bir yandan da şunu hatırlayalım: 10 yaşında çocuğu evde bırakıp anasını alıp götürmeler, çocuğun kulağındaki küpeye dedektör tutup altın saplı kaydedin alın deyip çocuğun kulağındaki küpeye saldırılmalar, karton, karton kumbaradan birikmiş 3.000 lirayı tutanak altına alıp evde ele geçirilen para diye kaydetmeler hep bu 48 günün utançlarıdır. Unutmayalım, hızla tazeleyelim. İnsanları itibarsızlaştırmak için aileyle uğraşan, çocukla uğraşanlar, dünya kadar iftira atanlar sonra da o attıkları yalanları unutup susanlar var. Örneğin 560 milyar yolsuzluğu bütün televizyonlara böyle yazdılar. İki gün, üç gün. Sonra sonra bir, bir hesap makinesi, bir çarpı tuşuna rezil oldular. İstanbul'un 6 yıllık bütçesi çalındı denen paradan küçük çıktı. 497 milyar. %70'i maaş diye ödenmiş. 560 milyar değil 400, 400, 497 milyarı çalsan 6 yıl ne beton atılıyor ne kanal, su kanalları yapılabiliyor ne aydınlatma ne temizleme ne çöp toplanıyor. Bütün parayı çalsan. Tak sustular. O yalanı atanlar şimdi ne yapıyor? Vallahi bir köşede utanarak otursalar bir şey demeyeceğim. Aynı ekranlarda o günün yalanını bıraktılar, bugünün yalanını atıyorlar. Bakın dediler ki: İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1.200 telefon aldı, delegelere dağıttı. Çıkardık telefonları. Baz kayıtları burada. 1.200 değil, 120 değil, 12 değil. Bir tanesini bulun be kardeşim. Yok, sustular. Şimdi o, o gün ekranlarda olanlar CNN'in ekranında, TGRT'nin ekranında, TV100'ün ekranında, bütün TRT'nin ekranında servis ediyor adam. Servis ediyor. Bu oldu diye yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı da, sorulunca cevabı alındı da, kanıtı da yok ama sadece alçakça tartışıldı. İmamoğlu birtakım insanlarla bir araya geldi. Büyük bir rüşvet çetesi vardı. Dediklerinin hiçbirisi HTS kayıtlarından çıkmadı.
Bugün enflasyon kaç? %38. Bir arpa boyu yol alınamamış. Gitmiş bütün dünyadan para toplamış. Hem para almış hem Amerika’dan geçen hafta olduğu gibi emir almış. İngiltere’ye gitmiş, oralardan para bulmuş. Sonra gelmiş o paraları Ekrem İmamoğlu korkusuna o günden bugüne $55 milyarı yakmış, saçmış. Sorulunca da: “Biz o rezervleri bu günler için biriktirdik.” demiş. Mehmet Şimşek o lafı ettiği günden beri bu darbenin mali ayağıdır. Dünyaya karşı geçmişte kendini prestijli birisi olarak, demokrat birisi olarak pazarlayan Mehmet Şimşek kendisinin seçimle gelmiş birini gönderip yerine kayyım atamaya,
O Mehmet Şimşek'in o gece yüzünü göreceğiz. Ama Mehmet Bey, bir punduna getirip de kaçarsan vallahi kaçamazsın. Ant olsun ki peşini bırakmayacağız. Gittiğin ülkede, gittiğin ülkede hangi işe girmeye niyetlenirsen niyetlen, gittiğin ülkede perdeyi açacaksın, billboard'da "Senin bir darbenin finansörü olduğun..." Sokakta yürüyeceksin, vallahi billboard kiralayacağım, otobüs giydireceğim, seni dünyaya rezil edeceğim.
Öyle, "İstifa mı istifa? Beyefendi kabul ederse 10 güne yokum." Gittiğin yere kadar kovalayacağız. Yaptıklarının hepsini bütün dünyaya anlatacağız. Bundan sonra da saygın ekonomistim. O zaman gelip de Türkiye'de darbeye karışmayacaksın, darbe finanse etmeyeceksin kardeşim, etmeyeceksin.
Sayın Erdoğan, deprem gündemi... Allah'a şükür İstanbul'da can kaybı olmayan bir deprem atlattık 23 Nisan'da. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Aklımca oradan siyaset çıkarmaya çalışıyor. Efendim, normalde geçen deprem 3 gün ortalıkta yoktu ya. Bu depremde gitti AFAD'da oturdu. Siyasi bir toplantı tertip etti. Bir yanında AK Parti İl Başkanı, bir yanında partisinin Sayın Sözcüsü, bizimkileri çağırmadı. Sonra çıkmış bana "Efendim, depremde neredeydin?" Kardeşim ben depremde nerede olacağım? Bir siyasi partinin genel başkanı olarak gelip de AKOM'da boş bulduğum bir koltuğa oturup da eğitimim olmayan bir konuda, bilmediğim bir konuda, AKOM'daki o boş koltuğa oturup da krizi ben mi yöneteceğim? O koltuğu boşaltan sensin. O koltuk Ekrem Başkan'ın koltuğudur. Onu oraya İstanbullular oturtmuştur. Ama "Ey" diyor, "Sayın Genel Başkan" diyor, "Ne yaptın sen deprem için?" Ne yaptım biliyor musun? Bir kez de buradan tekrar edeyim. 31 Mart'ta birinci parti olduk. Dedim ki: "Eski kavgaların, eski sürtüşmelerin, çekişmelerin kimseye faydası yok. Olsa Erdoğan'a olurdu." 3 ay boyunca bize küfrettiler. Hakaretler ettiler.
Terörist dediler, demlenme dediler, onu dediler, bunu dediler. Birine cevap vermeyip vatandaşın sorunlarını konuştuk. Aslan gibi belediye başkan adaylarımızı tanıttık. Sorunları nasıl çözeceğimizi söyledik. Millet takdir etti, görev verdi. "Bundan sonra da böyle yapalım." dedik. Dedim ki: "Kavga olmasın, tartışma olmasın.
Belediyelerin işleri var, bu işler görülsün." "Bu sırada en önemli gündemimiz" dedim, en önemli gündemimiz. "Elbette adaletsizlik çok önemli. Elbette içeride tutulan arkadaşlarımız çok önemli. Emeklinin açlığı, asgari ücretin açlığı, yoksulluk hepsi çok önemli." Bir de dedim, hepsine önerilerimi söyledim. "Asgari ücret 30.000 lira olursa oy veririz." dedik. "En düşük emekli maaşı asgari ücret olmalıdır." dedik. Hepsini söyledik ama dedim ki: "Hepsi bir yana en önemli gündem Türkiye'de deprem. Lütfen" dedim, "burada bir deprem bakanlığı kurun. Bu bakanlığın başına Türkiye'de bu işte en iyi kimse onu getirin.
Riskli yapılar tespit edilmiş ve önlerinde İstanbul'un, İzmir'in dünya kadar kentsel dönüşüm projesinin, ayrıca yurt dışından bulunmuş hibelerin, kredilerin imzası duruyor. Onlar bizi silkelemekle uğraşıyor. Allah göstersin, Allah göstermesin. 23 Nisan'da İstanbul'u 6.2 ile silediler. Daha fazla İstanbul'da bir şiddet olaydı o zaman görecektin sen. Milletin seçtiği belediye başkanını silkelemek mi yoksa depreme el birliğiyle hazırlık yapmak mı? Bir kez daha buradan Sayın Erdoğan'a, hatırlatıyorum. Türkiye'nin bu önemli deprem gündeminde nüfusun %65'inin, ekonomisinin %70'inin olduğu belediyeleri yöneten partinin genel başkanı olarak gel bu işi siyasi çatışmadan çıkaralım.
Hep birlikte çalışalım. Bu milletin evlatlarını İstanbul depremine, diğer şehirlerin depremine kaybedip de mezarlarının başında oturup ağlamayalım. Aklımızı başımıza toplayalım. Kanal İstanbul konusunda önerimizi sunduk. Kendine güvenen sandığı getirir. İstanbullu Kanal İstanbul'u istemiyor. 65 milyar dolara mal olacak olan bu projede 1,5 milyon konut yapabiliriz. 24.000 tane konut yapmış. O konutu anlatmaya uğraşıyor. Bakın, sosyal konut dediği konuta bakın. 1/100.000 ölçekli, mahkemelerin iptal ettiği şu korsan, bakın bu Kanal İstanbul. 24.000 konutu yaptığı yer burası, kanalın boyu. Konutlar burada. Kanal burada, konutlar burada. Bu korsan, bu hukuken yok hükmünde olan plana göre buraya konut yapıyor. Suçüstü yakalanınca da "garibana verecektim" diyor. Bakın, "garibana verecektim". Hadi şimdi bizim sayemizde belki garibana vereceksin, göreceğiz. Bir de ta İstanbul'un burasında, o kanalı gören yerde, hem de gölün su toplayacağı havzayı da katlederek bunu yaptın. Peki burayı, burayı, burayı, burayı hangi garibana, Katar'ın hangi garibanına söz verdin sen? Katarlıların hangi garibanına?
Söz verdi değil, tepeden tespit etti, önerdi. Tapularını aldılar. Bazı yer var, 5 kere tapusu değişti. Kendisi Kanal İstanbul dediğinden beri. Gariban vatandaşın tarlalarını topladılar, arsalaştırdılar. Kaçıncı taklayı attırıyorlar? O yüzden referandum konusunu Sayın Erdoğan'a, sayın basın mensupları tarafından sorulmasını, soruyu soran basın mensubunun da korumalar tarafından ileri atılmamasını, cevabın verilmesini talep ediyoruz. Çünkü cesaret edip bir tane soru soran çıkıyor içinde. Korumalar alıyor, karşı duvara kadar atıyorlar. Arkadaşlara da sonra: ''Efendim, niye sormuyorsunuz? Niye bilmem ne yapıyorsunuz?'' demeyelim. Nelerin yaşandığını görelim. Diyeceğim şu: Basın mensubunu duvara fırlatan korumadan o kişinin koruduğu kişi mesuldür. Bizim yaşadığımız olayda herkes konuşuyor. Koruma zafiyeti var diye. Koruma zafiyeti yok, korunma zafiyeti var. Oraya gittiğimizde ekibin en öne koyduğu kişiyi cenazedeyiz, milleti itip kakmasınlar, yarmasınlar diye çeken benim. Baklava düzeni alıyorlar, bu iki arkadaş uzaklaşsın. Biz cenazeye gidiyoruz, böyle harala gürele olmasın diyen benim. Ondan sonra ey, her biri birbirinden kıymetli, iyi niyetli, aile babası, iyi eğitimli, inandığımız, güvendiğimiz arkadaşları linç ediyorlar. Koruma zafiyeti, bilmem ne. korumayı yönlendirme zafiyeti, korunma zafiyeti varsa bana aittir. Oradaki diğer büyük tertibin yani koruma önlemlerinin alınmamasının, o yoldan yürütülmemizin, o caminin orada bekletilmesinin hepsinin açığa çıkmasının sorumluluğu da iktidara aittir. Hiçbirimiz olmadık kişileri boşu boşuna zan altında bırakmayalım. Değinmezsek olmayacak bir konu: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Erdoğan'ın oraya saray yapması, külliye yapması ayrı mevzu. Trump'ın baskısıyla ve Avrupa Birliği'nin teşviğiyle, Avrupa'daki ülkelerin teşviğiyle bizim Kuzey Kıbrıs'ı tanısınlar diye beklediğimiz Türk cumhuriyetlerin gidip Güney Kıbrıs'ı tanıması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni işgalci olarak gösteren kararları tanımaları Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının tam anlamıyla iflasıdır. Trump korkusudur. Türkiye'nin tezlerinin terk edilmesi, güvendiği dağlara kar yağmasıdır. Kıbrıs'taki konuşmada bu konuya bir kelime değinilmemesi nasıl bir teslimiyet içinde olunduğunun kanıtıdır. Biz hem bu konuda hem de Trump'ın: ''Efendim, Gazze güzelmiş, otel yapacağım.'' deyip, ''Kumarhane açacağım.'' deyip, ''Bu Filistinlileri etrafa dağıtacağım.'' deyip soykırım suçunun üstüne bir de teciri getirmesini son derece sıkıntılı, kaygı verici, direnilmesi gereken bir mevzu olarak görüyoruz. Gazze'nin hemen önünde bütün Avrupa'ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarına Trump'ın böyle kendince gülümseten üslubuyla çökerken buna sessiz kalınmasını büyük bir ihanet, Filistin davasına ihanet olarak görüyoruz. Kıbrıs ve Filistin meselesi Cumhuriyet Halk Partisi'nin kırmızı çizgisidir. Bu konuda iktidarı bir kez daha en net şekilde uyarıyorum.
Yasin Ekrem Serim'in Halil Falyalı'yla, öldürülen Halil Falyalı'yla ortak olduğu ortada. Halil Falyalı'nın 45 şantaj kaseti olduğu iddiaları ortada. Bu iddiaların peşine Süleyman Soylu'nun nerelere gittiğin, Dubai'lere gittiğinin, neler yaptığının hep kanıtları devletin elinde, senin bilginde. Ondan sonraki İçişleri Bakanı zaten biliyor kendinden önce olanı da ama oraya büyükelçi yaptığını aniden çektin. 45 kasetin 40'ı elde edilmiş, 5'i kayıpmış. Bununla ilgili Cemil Önal diye birisi başladı anlatmaya. Kıbrıs basını yazabildi, bizim basın yazamadı. Bütün dünya bildi. Hatta birisi sonradan çarpıtıyor. ''Seni aradığımı ispat et.'' Beni aradın demedim ki. Haber yolluyorsun arada gazeteciyle, onunla bununla. O kasetlerde bir ben mi varım? O kasetleri bir dönün bakın. O kasetlerde Binali Bey'in oğlu yok mu? Hakan Fidan'ın ailesi yok mu? Erdoğan'ın ailesine bakın diyen sensin. Şimdi ben o gün de dedim. Aileyle uğraşmayız, emin olmadığımız şeyi varmış gibi söylemeyiz ama bu işe bir baksın bu devlet dedik. Bunlar bu işe bakacakken Cemil Önal'ı otelinde vurdular, susturdular. Şimdi Erdoğan, bunları söyleyen kişi öldürüldü. Muhasebecisiydi, ortağıydı Halil Falyalı'nın. Halil Falyalı öldürüldü, kasetler ondaydı. Adamın ortağını Kıbrıs'a büyükelçi yaptın. Yaptınsa neden yaptın? Aldınsa neden aldın? Bunu bir bize anlatman lazım. Ama ağızlarını bıçak açmıyor. Hepsi birbirini biliyor. Hepsi kimin bu işin en orta noktasında olduğunu ve çok kişiye karıştırırsam, Binali Bey de söylesin, Hakan Fidan da söylesin, Erdoğan'ın çocukları varsa söylesin, yolla kasetin bir nüshasını. Var mı, görelim. Madem ki o kadar eminsin, bir de sonra dönüp: ''Vay efendim, ben Özgür Özel'i aradıysam ispatlasın.'' Bugün de gitmiş bir yerde kariyer planlama günleri yapıyormuş, çocuklar da onu dinliyormuş. Kariyerini ona uyup da planlayan evladımın vay haline, vay haline. Son sözüm şudur: 18 Mart'tan 49 gün sonra, yarın bu darbenin başladığı günden 48-49 gün sonra bu darbeyi püskürteceksek...